Erzurum Değerleri

Abdurrahman Gazi Hazretleri;
Abdurrahman Gazi ismi Erzurum'da büyük izler bırakmıştır. Şehitlik ve gazilik mertebesine erişmiş bir insan olduğu için onun manevi şahsiyeti Erzurumluların daima gönlünde yaşamış. Palandöken Dağı'nın üst yamaçlarında türbesi bulunan ve bir ziyaretgâh yeri olan Abdurrahman Gazi'nin Hazreti Peygamber'in sancaktarı olduğu halk arasında yaygındır.
İslam Orduları'nın Anadolu'ya yapılan ilk seferlerinde ordu komutanlığı yapmış, İslam ordusunun sancaktarlığını üstlenmiş ve Ashab-ı Kiram’dan olduğu kabul edilen bir zattır.
Ömer Nasuhi Bilmen'e göre Hz. Ebubekir'in oğlu olduğu iddia edilir. İbrahim Hakkı Konyalı'ya göre ise ashabdan olduğu kesindir. Son dönemdeki araştırmalara göre Habib bin Mesleme ismi ve Abdurahman Gazi mahlasıyla bu bölgeye gelen komutanlardan biri olduğu anlaşılmaktadır.
Mezarı uzun yıllar bilinmemekte olup Pir Ali Baba tarafından keşif yoluyla bulunmuş, İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından da kabul edilmiştir. Mevcut türbe Palandöken Dağı Şiğveler mevkiinde bulunur. Tekke ve zaviye eski Erzurum Valisi Yusuf Ziya Paşa'nın eşi Ayşe Hanım tarafından 1796 yılında yaptırılmış, yanına bir de cami ilave edilmiştir.
Türbenin giriş kapısı üzerinde bulunan 1796 tarihli kitabe, Hattat Sâlim tarafından yazılmıştır. Türbe içerisinde 4.85 metre boyunda Abdurrahman Gazi Hazretleri'nin makamı bulunmaktadır. Mezarının bu kadar uzun olmasının sebebi hem manevi büyüklüğünü göstermek hem de ziyareti kolaylaştırmak içindir.
Yakın coğrafyada tanınan ve devamlı ziyaret edilen, hürmet gösterilen Abdurahman Gazi Hazretleri Anadolu Coğrafyasının İslamlaşmasında önder isimlerden biridir.
Bu civardaki hâzirede o dönem ve sonraki dönemlerde yaşamış önemli gönül insanları da bulunmaktadır.


Abdurrahim Şerif Beygu :
Erzurum şehir tarihinde belki de bir unvan olarak ‘Erzurumiyatçı’ diye bilinen ve hemen herkesin kabul ettiği bu kimliğiyle kabul edilerek anılan Abdurrrahim Şerif BEYGU 1894 yılında Erzurum'da dünyaya gelmiştir. Öğrenimine ilkin Erzurum Merkez Numune-i İptidai Mektebinde" başlayan Abdurrahim Şerif BEYGU’nun daha sonra 1913 yılında "Erzurum İdadisi" "Erzurum Sultanisi"nde sürdürdüğü eğitim dışında savaşın başlamasıyla eğitimi yarım kalmıştır. Baba tarafından ailesi Kapılar Ağası Kamil Ağa ahfadından olup Babası Gül Ali Bey, annesi ise Kudret hanımdır
Genç yaşında İttihak Terakki Partisinin Erzurum matbaasında şehrin diğer kıymetli isimlerinden Sıtkı DURSUNOĞLU ile birlikte mürettiplik te yapan Abdurrahim Şerif BEYGU neredeyse çocukluğunun, ilkgençliğinin ve öğrenim hayatının tamamını Erzurum’da geçirmiş dahası 1906-1907 devresindeki Erzurum olaylarına, 1911 büyük depremine ve şehrin Birinci Dünya savaşı yıllarındaki tarihini gözlemiştir.
Savaşın başlamasını takiben 1916 yılında Erzurum’un işgali üzerine annesiyle birlikte önce Sivas’a oradan da Tokat Erbaa’ya daha sonra Kayseri’ye son olarak Konya’ya göç etmek üzere yola çıkmış ve bu göç sırasında hem annesini hem de eşini kaybetmiştir. 
Bu elim yolculuktan sonra İlkin Sivas’ta Vilayet matbaasında işe başlamış, yine Sivas’ muallim muavini- yardımcı öğretmen kursunu tamamlamış ve öğretmen oılarak ilk görevine de Erba iptidai mektebinde başlamıştır.
Özellikle İç Anadolu ve Doğu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapan Abdurrahim Şerif Bey, sözgelimi 1923 yılında Bitlis’e tayini sırasında burada Ahlat kitabelerini incelemek fırsatını bulmuştur. 1924 yılında İsmail Hakkı beyin Kızı Edibe Hanım ile evlenen Abdurrahim Şerfi BEYGU’nun bu evlilikten beş kız çocuğu olmuştur.
Devamla bir süre Kayseri’de daha sonra Konya’da muallimlik ve muallim muavinliği yapan Abdurrahim Şerif BEYGU nihayet Konya Darulmuallimin’den mezun olarak 1930 yılında Erzurum’a dönmüş ve Erzurum Sultanisi’nde başladığı görevini 1934 yılına kadar sürdürmüştür.
Soyadını Saltukoğulları’na kadar götürüp İnanç Beygu’ya gönül bağıyla bağlamak üzere soyadı kanunu sırasında "Beygu" soyadını almıştır.
Erzurum’u bir şehir olmaktan öte bir medeniyetin, bir geleneğin ve bir kökenin vatanı olarak görüp böylece değerlendiren Abdurrahim Şerif BEYGU giderek artan sağlık sorunları ve hastalığından dolayı 1943 yılında Eskişehir Lisesi’ne atanmış ve 06.10.1944 tarihinde Eskişehir’de vefat etmiştir. Abdurrahim Şerif Hoca ‘’Anıtları ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi’’ ve ‘’Ahlat Kitabeleri ‘’ gibi önemli eserlere imza atmıştır.


Ahmet Dursun Natıki;
Erzurum sosyal, siyasi ve sanatsal tarihinde önemli izler bırakan Nâtıki’nin Asıl adı Ahmed Dursun olup, aslen Ardahan' ın Dedegül köyünde H.1199¬ M.1785 yılında dünyaya geldiği kaydedilmiştir.
Ahmet Dursun Natıki’nin Babasının İshak bin Halil olduğu bilinmektedir.
On beş yaşına kadar köyünde okumuş, sonra Kars'ta tahsiline devam edip Kars müftüsü Hacı Süleyman Efendi'den icazet almıştır. 1817 yılında 33 yaşında iken Erzurum'a gelen Natıki, burada Lala Paşa Camiinde vaaz etmeye başlamış ve Karslı Vaiz Dursun Efendi diye tanınmıştır. Sultan Abdulmecid'e sunduğu iki eserinden dolayı kendisine maaş bağlanmış ve Erzurum'a müftü tayin olunmuştur. On bir sene müftülük yaptıktan sonra 1857'de bu görevinden azledilmiştir. Azlinden sonra ölümüne kadar hayatını seyahatle geçiren Natıki, tekrar Erzurum'a dönmüş ve 1863 tarihinde vefat etmiştir. Erzurum'da Karskapı mezarlıgında medfundur. Natıki'nin ölümünden sonra yapılan mezar taşını Ruslar son istilada götürmüşlerdir. Hatta halkın naklettiğine bakılırsa taşlar götürülürken Koca Müftü'nün kavuğu çok büyük olduğundan kırılmış ve parçalanmıştır. (*) Ek Kaynak: Abdulkadir ERKAL- Nâtıki ve Divanı Üzerine) 
19. yüzyılda yaşamış olan Ahmed Dursun Nâtıkî çocuk yaşta eğitim için Erzurum'a gelmiş ve hayatının büyük bir kısmını Erzurum'da geçirmiştir. Özellikle mantık alanında kendisini geliştirmiş olan Nâtıkî şiirle de ciddi biçimde ilgilenmiş, şairler aşıklar arasında sayılmıştır. 
Halk arasında 'Koca Müfti' diye de anılan Nâtıki Erzurum ilim ve kültür tarihinde iz bırakmış ender şahsiyetlerden biri olmuştur. Ahmed Dursun Nâtıkî Erzurum ve Türk düşünce tarihine bir ilim adamı olarak yerleşmişse de onun şairlik yönü de yadsınamayacak derecede önem arz etmektedir. 
Nitekim mürettep bir divan tertib etmiş olan Nâtıki kendi hattıyla yazmış olduğu nüshayı Sultan Abdulmecid'in huzuruna çıkarak takdim etmiştir. Divanına genel olarak bakıldığı zaman kaside gazel ve tarihi manzumelerin ağır bastığı görülür.
Nâtıkî sadece tarih manzumeleri değil diğer manzumelerle de tarih düşürerek nazmın her türünde tarih düşürülebileceğini göstermiştir ki, Nâtıkî bu özelliği ile de şair olarak ayrı bir öneme haizdir. 


Aşık Erbabi;
Erzurum’lu şair, aşık Erbabi’nin asıl adı kayıtlara göre Hüseyin Farki Efendi’dir. Erzurum bir yana Türk aşıklık geleneği içerisinde hatırı sayılır bir yeri vardır Erbabi ustanın. 
Daha çok aruz vezni ile şiirler yazan ve hece veznini de kullandığı bilinen AşıkErbabi gerek yazdığı şiirlerde ve gerekse bütün çalıp söylemelerinde büyük ölçüde halkın dertlerini dillendiren ve genellikle şiirleriyle mesajlar vermeye çalışan bir yol izlemiştir.
Kayıtlara göre 1804 veya 1805 ( h.1220) yılında Erzurum’un Ilıca’ya bağlı Kara Arz- Karaz köyünde doğduğu bilinen Hüseyin Farki Efendi- Erbabi köken olarak Türk tasavvuf geleneği içinde tam olarak yer almasa da Kadiri tarikatına yakın olduğu, ilgi duyduğu ve bu tarikata intisap ettiği bilinmektedir. Babası Konyalı Veli Efendi’dir.
Genç yaşlarında ailesiyle birlikte Karaz’dan Erzurum merkeze göç ederek Caferiye mahallesine yerleşmişler ve Erbabi’nin gençliği Erzurum’da geçmiş, burada olgunlaşmıştır.
İntisap ettiği Kadiri tarikat şeyhi kendisine ‘Erbab’ şeklinde hitap ettiği için Hüseyin Farki Efendi bu hitap şeklini çok benimsemiş ve ‘Erbabi’ yi mahlas olarak kullanmaya başlamış, nihayet öylece de tanınıp bilinmiştir.
Çocukluk ve gençlik yıllarında oldukça iyi bir eğitim aldığı bilinen Erbabi gerek dilbilgisi, Osmanlıca ve gerekse aruz konusunda kendisini yetiştirmiş, çok uzun süre dahilinde yapmış olduğu askerlik görevi sırasında ise Anadolu’nun birçok yerini görüp tanıma fırsatı bulmuştur. Bir kaynağa göre Sultanın Anadoluyu seyahati sırasında , bir başka rivayete göre Erbabi’nin İstanbul’da askerliği sırasında Sultan Abdülmecit’le de görüştüğü ve huzurunda saz çaldığı bilgisi de kaydedilmiştir. 
Erzurum şairleri arasında Aruzla ve divan tarzında yazdığı şiirleri büyük bir ustalığın eserleri olan Erbabi zamanla halk âşıkları arasında da üstat ve usta olarak benimsenmiştir. 
Döneminin aşıklık geleneği içerisinde Tuhfe-i Vehbi’yi en çok okuyan ve özellikle Fuzuli’den etkilenen Erbabi’nin Erzincan, Erzurum, Bayburt ve Kars çevresinde çokça hürmet gördüğü, büyük bir üne sahip olduğu ve çokça çırak yetiştirdiği ve hatta Türk âşıklık geleneğinin büyük ismi Sümmani’ye de saz çalmayı öğrettiğinin de ayrıca altı çizilmelidir.


Ahi Fahreddin;
Ahi Fahreddin Anadolu erenlerinden ve gazilerdendir. 1335 yılı İlhanlıların yıkılış tarihidir ve Erzurum’da kargaşalı günler başlamıştır. Bunu fırsat bilen bir kısım bozguncu topluluklarda ayaklanarak çevrede tahribatlar ve kıyımlar yapmışlar ve Ramazan ayı Kadir gecesinde cemaatin toplu olduğu bir anda, ani bir baskınla Ahi Fahreddin şehit edilmiştir.  
14. Yüzyıl başlarında yaşadığı bilinen Ahi Fahreddin’in tıpkı Ahi Toman – Ahi Duman Baba gibi meslek olarak debbağ olduğu bilinmektedir. Kayıtlara bakıldığında, Erzurum’daki debbağlık sanatının Kırşehir’deki Ahi teşkilatıyla bağlantılı olduğu görülmüştür. Türbenin arka tarafındaki diğer mezarda ise İbrahim Hakkı Konyalı 'ya göre Sultan Olcayto Hüdabende'nin sadrazamı olan Hoca Yakut'un türbesini de yapan Ahi Fahreddin'in babası Mehmet Şah Bilgur medfundur.
Ahi Fahreddin Türbesi uzunca bir zaman Erzurum halkı tarafından hem Ahi Fahreddin Türbesi hem de ‘Selçuklu Mezarı’ adıyla adlandırılmıştır. Bu bilgi de ahilik geleneğinin Selçuklular zamanından beri Erzurum'da hayat bulmuş olduğunun bir başka delilidir…


Ahi Toman Baba;
Şehrimizde Ahilik Teşkilatı 1300’lü yıllarda, Ahi Toman Baba tarafından kurulmuştur. İbni Batuta 1331’de Erzurum’a uğradığı zaman Ahi Toman Baba’nın tekkesinde konaklamıştır. Batuta, seyahatnamesinde ‘Bu şahıs pek yaşlı olup 130 yaşını aştığı söylendiği halde hâlâ bir değneye dayanarak yürümekte, hafızası yerinde durmakta, beş vakit namazını kılmakta idi. Yemekte bize şahsen hizmette bulundu. İkinci gün yola çıkmak istediğimizde ise bize gücenerek buna razı olmadı’ der. Toman Babanın türbesi, Narmanlı Mahallesi Dere Sokakta bir evin bahçesindedir.


Ahmet Hamdi Tanpınar;
23 Haziran 1901'de Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. İlkokulu babasının görev yaptığı farklı illerde lise öğrenimini ise Antalya’da tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için 1918'de İstanbul’a gitti.
Yahya Kemal Beyatlı’nın etkisiyle 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Burada başta Yahya Kemal olmak üzere Mehmed Fuad Köprülü, Cenab Şahabeddin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed Naim gibi hocaların derslerine devam etti. 1923 yılında Şeyhî’nin "Hüsrev ü Şirin" başlıklı mesnevîsi üzerine yazdığı lisans teziyle edebiyat fakültesinden mezun oldu.
1923’de Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Tanpınar, farklı yerlerde mesleğini sürdürmüştür. 1930 yılında Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başlamıştır. 1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a dönen Tanpınar, 1933'te Sanayi-i Nefise’ye tayin edilmiştir. Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle 19. uncu Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, yeni Türk edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı.
1943-1946 yılları arasında Maraş milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulundu. 1948’de akademideki estetik hocalığına ve 1949’da Edebiyat Fakültesi’ndeki kürsüsüne döndü. 23 Ocak 1962 tarihinde geçirdiği kalp krizi neticesinde İstanbul'da vefat etti.
Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir çalışmasında şehir kurgusu içerisinde en çok toplumsal yapıya yönelik çalışmalar yapmıştır. Ancak Erzurum bu şehirler içerisinde çok farklı bir yer tutmaktadır. Bunda etkili olan en önemli faktör çocukluk yıllarında gelmiş olduğu bu şehirde dimağında yer tutan anıların bıraktığı tesirdir. "Büyük anneannemin masallarıyla Kerem'den, Yunus'tan okuduğu beyitlerle, bana öğretmeye çalıştığı yıldız adlarıyla muhayyilemde büyülü hatırası hala pırıl pırıl tutuşur.”


Ahmet Hulusi Seven;
13 Mart 1924 tarihinde Erzurum’da, Aşağı Mumcu Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. 1939 yılında Erzurum Halkevi halk müziği kolu başkanı Faruk Kaleli ile koroya katılması ve daha sonra yine Faruk Kaleli vesilesiyle Lala Paşa Cami İmamı Hacı Hafız Hamit Efendi ile tanışıp ondan ders almaya başlaması usta bir yorumcu olmasının kapısını aralamıştır.
Ahmet Hulusi seven sadece icracılığıyla değil repertuarına kazandırdığı 9 uzun hava ve 13 kırık hava türünde toplam 22 eserle Türk halk müziğine büyük katkılarda bulunmuştur. Türk halkına bıraktığı 7 plak önemli bir mirastır. Halk oyunlarına da ilgisi olan Hulusi Seven 1949 yılında Venedik’te Uluslararası Halk Dansları Yarışmasına, Erzurum Halkevleri bünyesinde kurulmuş olan Erzurum Erkek Bar Ekibinde görev alarak katılmıştır. Bu ekip o sene dünya birinciliğini elde etmiştir.
Ahmet Hulusi Seven, 9 Mayıs 2017’de 93 yaşındayken İstanbul’da vefat etmiştir.


Ali Karaavcı;
1942 yılında Narman’da doğmuştur. Babası Nuri Bey’in kısa bir süre sonra aileyi Erzurum’a taşıması dolayısıyla tahsilinin tamamını Erzurum’da yapmış, Erzurum Lisesini bitirdikten sonra bir süre İstanbul Üniversitesi Arap-Fars Filolojisinde okumuş ve daha sonra Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesine geçerek buradan mezun olmuştur.
Kendisine has, etrafındaki insanlara örnek dervişane bir hayat yaşayan Kara avcı felsefe ve başta resim ve musiki olmak üzere sanatla uğraşmış, 4’ü deneme türünde ve 1’i hikaye olmak üzere eserler vermiştir.
Denemelerini Yargı, Tutku, Niyaz ve Erdem adlı kitaplarında topladı. Baharın Özlemi adlı kitabı ise ölümünden çok kısa önce yayınlanan hikâye kitabıdır.
Hayatını düşünmeye adayan ve öncelikle Kur’an-ı Kerim’i anlamaya odaklanan bir fikir adamı olarak yaşayan Ali Kara avcı aynı zamanda özgün üslubuyla kendi düşünce sistemini kuran son dönem felsefecilerimizdendir.


Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi;
Muhammed Lütfi Efendi ülkenin en zorlu dönemle rinde yaşamış olmasına rağmen vermiş olduğu mücadeleyle ünü sadece Erzurum’a değil bütün İslam coğrafyasına yayılmış bir büyük zattır. 1868 yılında Erzurum’un Hasankale Pasinler ilçesinin Kındığı köyünde dünyaya gelmiş, ilk tahsilini Babası Hoca Hüseyin Efendi’den almıştır. Babasından icazet aldıktan sonra Erzurum’da tanınmış bazı âlimlerin derslerini takip etmiştir. 12 Şubat 1916’da Rusların doğuda Van, Muş ve Bitlis’i ele geçirmeleri üzerine babasıyla birlikte Erzurum’a gelmiştir. Rus istilâsının devam etmesi ile o zamanlar Tercan’a bağlı olan Yavi Köyüne gitmiş, burada bir taraftan imamlık yaparken diğer taraftan da gönlüne girdiği herkesi işgalcilere karşı silahlandırmıştır. Rusların çekilmeye başlamaları ve Ermenilerin katliama girişmeleri üzerine Yavi ve komşu köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle Ermenilere karşı koymuştur. Oyuklu köyü yakınlarında Ruslara ait büyük bir silâh deposunu ele geçirmiş daha sonra Haydari Boğazı’ndaki Zerdige köyünde Türk ordusuna katılmış ve ordu ile birlikte Erzurum’a girmiştir (12 Mart 1918). Aynı gün babası şehit düşmüştür.
Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazan Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi’nin şiirleri ölümünden sonra oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu tarafından derlenerek “Hulâsatü’l-Hakayık” adıyla yayımlanmıştır. Bu divanda çeşitli nazım şekilleriyle söylenen 700’ü aşkın şiir mevcuttur. Hece vezni ve oldukça sade bir Türkçe’nin kullanıldığı bu şiirlerden bazıları bestelenmiştir.
12 Mart 1956’da vefat etmiş, cenazesi Alvar köyüne defnedilmiştir.